Kulak Veriyoruz Serisi – II

Gençlik, Barış ve Güvenlik Okulu Katılımcıları Anlatıyor…

Gençlerin karar mekanizmalarındaki dar ve pasif alanları, ihtiyaç ve isteklerinin bu mekanizmaların ajandasında yer almamasına neden oluyor. Türkiye Genç Barış İnşacıları İnisiyatif olarak geçtiğimiz Ocak ayında ilkini gerçekleştirdiğimiz Gençlik, Barış ve Güvenlik Okulu’nun, farklı arka planlara sahip katılımcılarıyla gençlerin gündelik sorunlarını, barış tahayyüllerini ve barışın olmazsa olmazı olarak değerlendirdikleri değerleri ve aktörleri konuştuğumuz “Kulak Veriyoruz” röportaj serimizin ikincisini Özgür Sevim ile gerçekleştirdik.

1. Biraz sizden bahsederek başlayalım.

Ben Özgür Sevim, 28 yaşındayım. Diyarbakır’da yaşıyorum. Gaziantep Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezunum.

2. Türkiye Genç Barış İnşacılar olarak sizinle geçtiğimiz ay düzenlediğimiz Gençlik, Barış ve Güvenlik Okulu’nda tanıştık; gençlerin barış inşasındaki rolü, barış algıları ve aktif vatandaşlık bilinci gibi konular üzerine konuştuk. Siz yaşadığınız bölgede, bir genç olarak ne gibi ekonomik, sosyal ve siyasi problemlerle karşılaştığınızı düşünüyorsunuz? Bunların ne kadarına önce Türkiye’deki sonra dünyadaki akranlarınızın da maruz kaldığını düşünüyorsunuz?

Öncellikle Türkiye Genç Barış İnşacılar programı ve Gençlik, Barış ve Güvenlik Okulu’na katıldığım için kendimi hem şanslı hem de iyi hissettiğimi belirtmek isterim. Gençlerin barış inşasındaki rolü, barış algıları ve yurttaşlık bilincinde Türkiye’de yaşayan bir Kürt genci olarak bu önemli konulara uzak ve yabancı olmadığımı belirtmek isterim. Ki 40 yılı aşkın bir sürede yaşadığımız bu çatışma sürecinin doğrudan ya da dolaylı yollardan her kesimi etkilediği gibi beni de etkilemiştir. Diyarbakır’da yaşayan bir genç olarak ekonomik, sosyo-politik ve siyasi problemlerle Türkiye’nin batısında yaşayan birçok insana nazaran dezavantajlı olduğumu düşünüyorum. Bu dezavantajlı durumlara göz attığımızda ya da düşündüğümüzde ilk aklımıza gelen sorunlar; fırsat eşitsizliği, eğitim, ekonomik sorunlar, ifade özgürlüğü, demokratik hakların ihlali ve insan haklarından uzak bir tablo ile karşılaşmaktayız. Bu sorunların aslında Türkiye’de görünür olup paylaşılması için elbette sesimizin çıktığı kadar bulunduğumuz her ortamda dile getiriyoruz. Lakin yurt dışındaki akranlarımızla bu sorunları paylaşma noktasında biz gençler için ayrıca bir dezavantaj olduğunu söyleyebilirim. Bu sorun da elbette yaşadığımız ülkede ifade özgürlüğünün olmayışından ve despotik bir siyasi anlayıştan kaynaklı olduğunu, siyaset ve politikada gençlere yok denilecek kadar az bir yer verilmesinden kaynaklı olduğunu dile getirirsek yanlış olmadığını söyleyebilirim.

3. Değindiğiniz sorunların Türkiye gündeminde ne derece yer bulduğunu düşünüyorsunuz? Buna bağlı olarak gençlerin sivil ve bürokratik alanda görünürlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ekonomik, sosyo-politik, siyasal olarak bu durumun bilincinde olan insanlar illa ki bunu Türkiye gündemine taşıyorlar ama ne yazık ki Türkiye’de sadece bulunduğumuz dönemin iktidarıyla birlikte bu ülkenin sosyo-politik ve siyasi deneyimlerinden kaynaklanan sorunlara yer vermek gerekir. Bu sorunlar günümüz yönetim sisteminde veya bunun yürütücüleri olan iktidar ve iktidara yakın partilerin kamusal alanda veyahut demokrasi, insan hakları mücadelesi çerçevesinde bu sorunların çözümünün bu ülkeye zarar verecekmiş anlayışında oldukları için ne iktidar ne de iktidara yakın olan grup ya da partilerin gündeminde olmadığını görebiliyoruz. Sadece bu sorunların bilincinde olan muhalefet ya da STK ve STÖ’lerin gündeminde her zaman yer edinmiş. Buna bağlı olarak gençlerin sivil ve bürokratik alanda görünürlüğü ne yazık ki yok denecek kadar az olduğunu belirtmek isterim. Bunun nedenini ise politikada ya da siyasette gençlerin önünde engel olan bir siyasi anlayışın olduğunu düşünüyorum. Gençlik haklarının çok az olduğu ve bu hakların bilincinde olan gençlerin de ne yazık ki kamusal alanda ya da bu ülkede ekonomik ve geleceğe dair derin kaygıların oluşumundan kaynaklı politika, siyaset ve yurttaşlık hakları çerçevesinde görünürlüğünün az olduğunu düşünüyorum.

4. Türkiye’de barış konusunda fikir ve aksiyon üretmeye çalışan sivil toplum kuruluşları bulunmakta. Bu çalışmaları takip eden biri olarak, şimdiye kadar barışı merkezine alan çalışmalarda yer bulamamış fakat sizin konuşulmasını elzem olarak gördüğünüz bir konu var mı?

Kesinlikle barış ve çatışma sürecinin son bulması için fikir ve aksiyon üretmeye çalışan STK ve STÖ’lerin olduğunu ve muazzam bir emek ve mücadele verildiğinin de farkındayız. İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü’nün, aktivist ve akil insanların ya da partilerin bu çatışma sürecinin bitirilmesi için bu bağlamda çok iyi ve uluslararası çerçevede yoğun bir çalışma yaptıklarını medyada görüyoruz ve onları takip eden kitlelerin de bunun farkında olduğunu görebiliyoruz. Bu çalışmaların takibini ve bu sorunların farkında olan bir genç olarak gençlerin barış sürecindeki rollerine ve toplumsal sorunların çözümü ve üretiminde daha çok teşvik edecek programların ele alınması gerektiği gerçekliğinin altını çizmek isterim. Çünkü çatışma süreçlerinde en çok etkilenen kesimlerin gençler, kadınlar ve çocukların olduğunu biliyoruz. En önemlisi de gençlerin çatışma sürecinde özelikle militarist bir yönetim sisteminde daha çok etkilendiğinin altını çizmek isterim.

5. Şimdiye kadar toplumsal barışı sağlamak adına Türkiye’de Kürt açılımı, Alevi Açılımı, Roman açılımı gibi başlıklar altında birçok girişim oldu fakat bu girişimler maalesef sonuçsuz bırakıldı. Sizce bu girişimlerin en büyük eksiği neydi? İleride oluşturulacak olası bir barış masasının başarılı olabilmesi için hangi aktörleri içermesi; hangi konulara odaklanması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Sizin de belirttiğiniz gibi Türkiye’de Kürt açılımı, Alevi Açılımı, Roman açılımı vb. gibi birçok temel sorun var ki saymakla bitmez. Şimdiye kadar toplumsal barışı sağlamak için Türkiye’de defalarca barış süreci veyahut barış masası oluşturuldu. Ama ne yazık ki bu masa her zaman sekteye uğrayıp devrildi. Son olarak da 2013 ile 2015 yılları arasında Türkiye tarihinde “Barış Süreci” olarak tanımlanan Kürt Sorunu’nun çözümü açısından en sistematik ve kapsamlı barış süreci olarak kayda geçmişti. 2013 ile 2015 yılları arasında barış sürecine Türkiye değil hemen hemen dünyadaki birçok devlet de tanıklık etti. Maalesef bu son barış süreci de öncekiler gibi sonuçsuz kaldı ve yerini daha şiddetli ve çok kötü bir sürece devrettiğine de şahit olduk. Barış süreci girişimlerinin olumlu somut çıktılarının olmamasının temelinde yatan Türkiye’deki geçmiş siyasi deneyimler de göz önünde bulundurulmalı. Bu bağlamda devleti yönetenlerin bu durumda ne kadar inkâr etse de ne yazık ki kemikleşmiş bir “Kürt fobisi” olduğunun altını çizmeliyiz. Sadece bu sorun değil elbette barış sürecinin bitirilmesinde 7 Haziran seçimi, Başkanlık sisteminin getirdiği kriz, Suriye’de Kürtlerin elde ettiği başarılar ve iç dinamikler dediğimiz demokrasi ortamından kopuş, insan hakları ihlallerinin hız kesmeden devam ettirilmesi, taraflar arasında gerçekleşen sürecin yasal bir zemine ulaşmamasıydı. Bu, daha güvenilir bir yasal alt yapının çok yetersiz kalmasının, devletin, PKK’nin silah bırakmada sağlam bir yasal alt yapıyı oluşturmada yetersiz kaldığının sonucuydu. Tarafların güven sorunu barış sürecinin bitmesinde büyük bir etkendi. Bununla birlikte Türkiye iç siyasetindeki dalgalanmalar, bölgesel ortamda yaşanan krizlerin getirdiği sonuçlardı. İleride oluşturulacak olası bir barış masasının başarılı olabilmesi için ne yazık ki çözüm için gökten indirilen bir ilahi güç yok. Çatışma sürecinin bitirilmesinde en etken ve barış sürecinin başlamasını belirleyen faktörlerin; sosyo-kültürel, coğrafya, politika, siyaset anlayışına göre tekrardan şekillenmesi açısından ele alınmalıdır. Bu da Türkiye’de defalarca başlatılan çözüm süreçlerinin başarısız olduğu toplumda da bir güven sorununu beraberinde getirdi. Öncellikle olası bu sürecin yeniden başlaması için ilk olarak topluma güven aşılamakla ve demokrasi ortamına geri dönmekle olur. Daha önceki süreçlerden yola çıkılarak ve sürecin bozulmasında ki nedenlere odaklanmalı ve şeffaf bir şekilde başlatılmalı. Barış masasının başarılı olması için temel hakların ve özgürlüklerin evrensel çerçevede herhangi bir çatışma sürecine girilmeden garanti altına alınması, yerinden yönetime ve demokratik bir çerçeveyle bir modelin oluşturulması gerekir. İdari erkin, askeri gücü devreye sokmadan meseleleri anlamaya çalıştığı; çatışmaların uzun sürmesine neden olan ve çözülemez görünen köklerini tespit etmeyi, yarattığı sosyal, psikolojik ve siyasi tahribatları iyileştirmeyi, barış teknolojisinin geliştirmeyi ve kimliklere dair insani talepleri ve güvenlik ihtiyacını anlamayı hedef aldığı; barış iklimin anayasal düzlemde güvence altına alacak temel hak ve özgürlükleri “ama”sız bir şekilde kabul edeceği bir barış girişiminin başarıya ulaşacağı kanaatindeyim. En köklü olan Kürt Sorunu’nun çözümü elbette Alevi ve Roman ve diğer etnik sorunların da çözümünü kendisiyle getirecektir. Bu ülkede kanayan bir yara olarak Alevi Sorunu’nun çözümü için İnançlar Özgürlüğü Komitesi veya Bakanlığı kurulmalı ve böylelikle her kesimin, farklı inançlara kendini ait hisseden insanların ya da yöneticilerin barış ve sevgi dilin kullanarak saygı çerçevesinde bir çözüme ulaşması söz konusudur.

6. Literatüre göre, barış süreçlerinin olumlu ilerleyebilmesi aktörlerin barış tahayyüllerinin birbirine benzeşmesiyle oldukça bağlantılıdır. Siz nasıl bir barış hayal ediyorsunuz?

Barış sürecinin olumlu ilerlemesinde aktörlerin barış talepleri de oldukça birbirleriyle bağlantılıdır. Bir barış hayal edilmekten çok barışın sağlanması ve gerçekleşmesi daha önemlidir. Mesele nasıl bir barışın sağlanmasıdır. Bir çatışma sürecinin yerini çözüm ve barışın alması insani temel hakları çerçevesinde daha demokrat, ifade özgürlüğünün olması, inanç özgürlüğünün olması, toplumun kin, nefret ve kutuplaştırılmasından kaçınılmasıdır zaten. Barış ortamının olması insani bir boyutta yaşamaktır.

7. Kişisel deneyimlerinizin bu barış tahayyülünüz üzerinde nasıl etkili olduğunu düşünüyorsunuz?

Çatışmaların, gözaltıların, faili (meçhul) belli cinayetlerin, sürgünlerin, köy yakılmaları ve boşaltmaları gibi sosyo-kültürel bunalımların gölgesinde geçen bir çocukluktan kaynaklı barışın ekmek kadar su kadar değerli ve elzem olduğunun bilincindeyim. Birçok Kürt genci gibi yaşanan bu kaosun içinde yaşama tutunma, barışı hayal etme ve katkıda bulunma umudunu hep içimde yeşerttim. Bir Kürt genci olarak bu ülkede yaşadığım bu dezavantajlı durumu avantaja çevirmek gibi bir çabam ve arayışım oldu. Ancak ekonomik, eğitimsel, sosyal hak ve ifade özgürlüğü temelinde birçok sorunla karşılaştım. Kişisel olarak ilk kez çocukluğumun en ağır travmasından biri olan 2006 yılında Diyarbakır Koşuyolu patlaması olarak hafızalarda kalan bir bomba patlamasıyla onca insanın ölümüne neden olan kötü bir duruma maruz kaldım. Daha sonra 2015 yılında yurttaşlık bilinciyle mitinglere daha yoğun katılmaya başladığımda, Diyarbakır’daki HDP mitingini hedef alan bombalı saldırıya tekrardan maruz kaldım binlerce insan gibi bu patlamanın da ağır bir şekilde etkisi altında kaldım. Bu patlamanın ardından tıbbi bakıma ihtiyaç duyan sağ kulağım hasar gördü. Aynı yıl, bombalama alanına çok yakın olduğum ve yüzü aşkın insanın katledildiği Ankara’daki barış mitingine de toplusal barışın ve adaletin oluşması bilincinde olarak öz irademle ve sorumluluğumla katıldım. Bu son patlamanın ağır etkisinde kalmamla birlikte şu ana kadar sağ kulağımda hâlâ ağrıyı hissedebiliyorum. Daha sonrası üniversitede 1. sınıf öğrencisiyken katıldığım bir etkinliğin sonucunda gözaltına alınıp sonrasında yaklaşık 2 ay kadar haksız bir şekilde cezaevine tutuldum. Cezaevinde hiçbirinin dikkate alınmadığı sağlık koşullarımın gitgide kötüleştiği sağ kulağımdaki nihai hasar zirveye ulaştı. Cezaevi yönetimi tarafından hastaneye sevk edildiğimde doktorun vurdumduymazlığı ve ilgilenmemesinin bir sonucu olarak kulak ağrılarımın zirveye ulaştığı bir süreçte kulağımı muayene eden doktorun bana “kulağında bir sorun yok ve sonucun normaldir” demesinin neticesiyle işitme kaybı ve ağrılarım hâlâ devam ediyor.

Yani tüm bu sorunların silsilesinde ve insani bir yaşam için yurttaşlık bilincinde olan bir Kürt genci olarak barışı savunmak insani bir sorumluluktur. Geçmişte toplumsal eşitlik, adalet ve barış temelinde ülkenin her kesiminden dinamiklerin katılımıyla gençler arasında kolektif bir bilincin oluştuğunu ve bir araya gelinebildiğini gördük. Ne yazık ki Türkiye tarihinde kara bir gün olarak 10 Ekim, Gar Katliamı olarak hafızalarda kaldı. Zaten amaç ortaya çıkan bu iradenin en sert şekilde kırılmak istenmesiydi. Tarihte toplumsal barış iradesine en kanlı bir saldırıydı. Bu yaşadıklarımın sonucunda hâlâ barışı savunuyor olmam insan hakları ve demokratik bir yaşam içindir. Tıpkı benim gibi bu sorunlarla karşılaşan on binlerce genç var. Bu bağlamda bu süreçlerden geçsin ya da geçmesin her gencin bu barışın inşasına elinden geldiğince katkıda bulunması gerektiği görüşündeyim Kırılan bir şeyin tekrar eskisi gibi olmayacağının farkındayız. Kırmak, parçalamak çok kolay lakin onarmak ve bütünleştirmek çok zordur. Bu şöyle ki bu ülkede Kürt sorunu, alevi ve diğer etnik sorunların her zaman çatışmadan kaynaklı ve görmemezlikten gelinmesi sonucu bir kırılma var. Yurttaşlık bilincinde olarak insani ve demokratik çerçevede mühim olan bu sorunları bir çözüme kavuşturmaktır.

8. Hayal ettiğiniz barış ortamını yaratmak için öncelikle olarak ne yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Hayal ettiğimiz barış ortamını yaratmak için temel hakların ve insani yaşam çerçevesinde şartların iyileştirilmesi, demokrasinin tüm kesimler için geliştirilmesi, inanç özgürlüğünün olması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin olması, toplumu kutuplaştırıcı, ötekileştirici, kin ve nefret söylemlerinden uzak durulması, ekolojik bir toplumun yeniden inşa edilmesi gerektiği görüşündeyim. 21. yüzyılda demokrasiyi tartışmak değil demokrasiyi tüm kesimler için nasıl iyileştirmek gerektiğinin düşüncesindeyim. Zaten 100 yıllar önce demokrasi ve insan hakları bildirgesi felsefi olarak ya da sosyolojik olarak tartışılmış bazı devletlerde uygulanmıştır. Günümüzde ise eşitliği, adaleti ve demokrasiyi yaşadığımız coğrafyada nasıl geliştirebiliriz’in üzerinde durulması ve devletin tüm kurumlarında, yerel yönetimlerde iyileştirilme yapılması gerektiğinin görüşündeyim. Bunlar olursa çatışma süreci de ortadan kalkar ve hayal ettiğimiz barış ortamını da yakalarız.