Kulak Veriyoruz Serisi – III

Gençlik, Barış ve Güvenlik Okulu Katılımcıları Anlatıyor…

Gençlerin karar mekanizmalarındaki dar ve pasif alanları, ihtiyaç ve isteklerinin bu mekanizmaların ajandasında yer almamasına neden oluyor. Türkiye Genç Barış İnşacıları İnisiyatif olarak geçtiğimiz Ocak ayında ilkini gerçekleştirdiğimiz Gençlik, Barış ve Güvenlik Okulu’nun, farklı arka planlara sahip katılımcılarıyla gençlerin gündelik sorunlarını, barış tahayyüllerini ve barışın olmazsa olmazı olarak değerlendirdikleri değerleri ve aktörleri konuştuğumuz “Kulak Veriyoruz” röportaj serimizin üçüncüsünü Rabia Aykut ile gerçekleştirdik.

1. Biraz sizden bahsederek başlayalım.

Merhaba, ben Rabia Aykut. 27 yaşındayım. İzmir’de yaşıyorum.

2. Türkiye Genç Barış İnşacılar olarak sizinle geçtiğimiz ay düzenlediğimiz Gençlik, Barış ve Güvenlik Okulu’nda tanıştık; gençlerin barış inşasındaki rolü, barış algıları ve aktif vatandaşlık bilinci gibi konular üzerine konuştuk. Siz yaşadığınız bölgede, bir genç olarak ne gibi ekonomik, sosyal ve siyasi problemlerle karşılaştığınızı düşünüyorsunuz? Bunların ne kadarını önce Türkiye’deki sonra dünyadaki akranlarınızla paylaştığınızı düşünüyorsunuz?

Kapalı kadın, tesettür, başörtüsü, siyasi simge… adına ne derseniz deyin. Ben bu şekilde giyiniyorum. Bu şekilde İzmir’de yaşıyorum. Maalesef ki bunun baskısını da gördüm. Kötü, yan ve hor bakışlara maruz kaldım. İzmir’de bir kadın hata yaptığında herkes yardıma koşar, ama kapalı bir kadın bir şeyi yanlış yaptığında “cahil, geri zekalı, aptal vb.” yaftalara maruz kalır. Türkiye’de her türlü yenilik, değişim ve dönüşümler ilk önce medyada başlıyor. 2017 yılında başörtüsüne olan önyargılar bir nebze olsun hafiflemiş olmasına rağmen ben İzmir medyasında ‘kapalı’ olduğum gerekçesiyle yer alamadım. Hor görüldüm. Bunu ifade ettiğimde bana ‘sen yanlış anlamışsındır’ diyenler oldu/olacaktır. Ama o iş öyle değil. Hem direkt maruz kaldığım ayrımcı muameleler o hem de ‘kapalı birini çalıştıramayız’ ifadeleri benim gerçeklerimdi. Yani maruz kaldığım ayrımcılığı ben uydurmuyorum ya da çıkarımda bulunmuyorum. Üniversiteyi Trabzon’da okudum. İzmir’e göre daha muhafazakâr olduğu düşünülen bir şehir. Orada da bu hor görülmeye, ayrımcılığa ve dışarıda bırakılmaya maruz kaldım. Mesela, foto muhabir olarak sahada görev aldığım Trabzonspor maçından sonra ‘keşke onu göndermeseydik’ lafları dolandı ortada. Trabzon’daki arkadaşlarıma İzmir’de yaşadıklarımı anlatınca inanmıyorlardı. Bu insanı daha çok yaralıyor. “Yeterince istersen her şeyi başarırsın.”cıların sorgulamaları bunalıma sürüklüyor. İşin ekonomik ve sosyal kısmına gelince, eminim İzmir’deki her genç benimle aynı düşünceye sahiptir. En azından yoksul mahallelerde yaşayanlarla aynı durumda olduğumuzu düşünüyorum. İzmir çok güzel, yaşam dolu bir yer. Ama giderek kötüleşiyor. Tunç Soyer son umudumuzdu. O da sadece kendi mahallesindekiler için çalışıyor. Umarım bir gün bizim buralara da uğrar. Yaşadığım mahallede ne doğalgaz ne yol ne de park var. Güvenliğimiz yok. Sokağa çıkmaya korkuyoruz artık.

3. Değindiğiniz sorunların Türkiye gündeminde ne derece yer bulduğunu düşünüyorsunuz? Buna bağlı olarak gençlerin sivil ve bürokratik alanda görünürlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cevaplarıma bakınca en çok başörtüsü meselesine değindiğimi görüyorum. Türkiye gündeminde bu mesele uzun zamandır yer alıyor. Ama bana bir faydası var mı? Bu tartışmalar politik bir kavga olarak ilerliyor. Bir hak ihlali olarak görülmesi gereken konu, İslamcılık ve ümmetçilik üzerinden ilerlediği zaman sadece kutuplaştırmaya yol açar. Bu kutuplaşma da ancak kamplaştırılan tartışmanın iki ucundaki liderlerine yarar. Bu şekilde hiçbir hak ihlalini çözemeyiz.

4. Türkiye’de barış konusunda fikir ve aksiyon üretmeye çalışan sivil toplum kuruluşları bulunmakta. Bu çalışmaları takip eden biri olarak, şimdiye kadar barışı merkezine alan çalışmalarda yer bulamamış fakat sizin konuşulmasını elzem olarak gördüğünüz bir konu var mı?

Türkiye’de konuşulmayan konu kalmadı bana göre. Her şey çok konuşuluyor. Herkes çok konuşuyor. Herkes tarafını seçmiş. Siyaset her şeye bulaştı. Suçun, suçlunun, mağdurun belli olduğu durumlara bile taraflı bakıyoruz.

5. Şimdiye kadar toplumsal barışı sağlamak adına Türkiye’de Kürt açılımı, Alevi Açılımı, Roman açılımı gibi başlıklar altında birçok girişim oldu fakat bu girişimler maalesef sonuçsuz bırakıldı. Sizce bu girişimlerin en büyük eksiği neydi? İleride oluşturulacak olası bir barış masasının başarılı olabilmesi için hangi aktörleri içermesi; hangi konulara odaklanması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Barış sadece çatışmanın ve şiddetin durması ile sağlanamaz. Barış süreci, çatışmanın sosyal, ekonomik, psikolojik ve güvenlikle alakalı yönleriyle daha çok ilgilidir. Barış masasında etnik toplulukların seçtiği aktörler yer almalı.

6. Literatüre göre, barış süreçlerinin olumlu ilerleyebilmesi aktörlerin barış tahayyüllerinin birbirine benzeşmesiyle oldukça bağlantılıdır. Siz nasıl bir barış hayal ediyorsunuz?

Ben karma bir barış hayal ediyorum. Kendine benzeyen insanla oturmak, konuşmak kolaydır. Kendi kimliğinden farklı olanlara karşı olumlu bakış açısı benimsemeye başlayınca dünya daha güzel olacak.

7. Kişisel deneyimlerinizin bu barış tahayyülünüz üzerinde nasıl etkili olduğunu düşünüyorsunuz?

Ben dini hassasiyetleri olan biriyim. İzmir’de bu yüzden yaşadıklarımı yukarıda belirttim. İnsanda her girdiği ortamda bunun korkusu oluyor. Bianet’in “Okuldan Haber Odasına” programına kabul aldığımda da bu tereddüttü yaşadım. Ama orada her şey çok normaldi. Onlar alkolünü aldı ben çayımı aldım. Aynı masada oturduk, aynı dertleri konuştuk. Böyle bir masaya ihtiyacımız var.

8. Hayal ettiğiniz barış ortamını yaratmak için öncelikle olarak ne yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Barış sürecinin bitmesinden bu yana toplumda kutuplaşmalar arttı. Siyasi liderlerin bu ortamı yumuşatması gerekir. Medyanın da aynı şekilde haber dilini değiştirmesi gerekiyor.